Kayıp Denizler Üçlüsü

denizibeklerkenBir el, onu karanlıkta bırakan göz bandını çıkardı. Gözleri bağlıyken kendini hücrede bulacağını sanan Orhan, döşeli bir odaya getirilmiş olduğunu gördü. „Buyurun oturun“ dedi beyaz ipek gömlekli, orta yaşlarda gözlüklü bir adam. Siyah deri koltukların bulunduğu ve makam masasının arkasındaki panoda, gözüne bir yerlerden aşina gelen, ancak devlet büyüklerinden herhangi birine ait olmayan bir portre asılıydı. Maun ağacından çerçevesi olan resimdeki adamı nereden tanıdığını çıkaramadı. Sık sık değişen emniyet müdürlerinden biri olduğunu aklından geçirdi. Bu düşünce onu tedirgin etti. Gayrettepe’de değildi, oradaki sorgu odalarında resim yoktu. Sorgunun kaçıncı günü olduğunu hatırlamıyordu, ancak on bir yıl önceki o ilk sorgusunda, yaraları iyileştikten sonra, ifade için götürüldüğü üçüncü kattaki odada, altında „Komünizm görüldüğü yerde ezilmelidir“ yazılı, Atatürk’ün resmini gördüğüne emindi. Şimdi getirildiği yer ise tabanı tahta sıradan bir odaydı. Üstelik ortalıkta korkutucu sorgu aletleri de yoktu. Buna sevinmesine fırsat kalmadan, „Tutuklamanız yasal değildir“ dedi, dökük saçlarıyla büyük bir tezat teşkil eden gür bıyıklı adam:

Denizi Beklerken | Belge Yayınları, Istanbul, 1989

 _________________________
gelincikGüneş battı, imbat serinliği başladı. Urla’da, iki kadın, bir çocuk ve küçülmüş bir ihtiyar, sahipsiz bir sokak kedisi, belediye parkındaki leylaklar, sümbüller, sardunyalar, palmiyeler, somurtkan dört menekşe, balkonlardaki çamaşırlar, saksılardaki fesleğenler, kaynana dilleri, kaktüsler, kesilmeyi bekleyen iki yorgun çınar, beş kavak ağacı, bir saksağan, üç çift kumru, sekiz güverci, onbir serçe ve camdan bakan Selma Başeğmez; lacivert giysili beş adamın, siyah pantolonlu, beyaz gömlekli, yeşil keten ayakkabılı, yirmi yirmi beş yaşlarında orta boylu birini, yani Nesrin’in Yusuf’unu, beyaz Renault bir otomobile doğru sürüklerken gördüler.On bir yıl sonra Alman arkeolog Gisela Burger’in Beykoz ormanında iskeletini bulduğu genç adam boğuşmasına boğuştu ama, „Adım Deniz Türkoğlu, beni kaybedecekler!“ diye bağırmadı. GELİNCİK TARLASI | Belge Yayınevi, İstanbul 1999
___________________________

kiyametgünüBen pina kabukları üzerinde ağlayan, ağıtlar söyleyen, suçlayan, sitemkâr bakan çocukların, kadınların, erkeklerin yüzlerinde kendi yüz çizgilerimi ararken suskun, Ümit Bey, „Bunlar kıyamet günü yargıçlarıdır.“ diye fısıldadı. İsrafilin borusu öttü o sırada, Kara Delik tablosu asıldığı yerden düştü, ortalığı karanlık kapladı. Mahzen tavanında yıldızların yollarını şaşırıp, çarpıştıklarını ve ölü kuşlar gibi yeryüzüne düştüklerini gördüm. Karanlık açılmaya başladı sonra. Alaca karanlıkta denizler ve kayıp denizlere dair kitapların kahramanları kelimeler olmaktan çıkıp canlandılar, kuzular odasının maskları ete kemiğe bürünmeye başladı. Didon sakallı Ovannes Efendi ezilmiş kafasındaki kanları temizleyerek ayağa kalktı. Lepiska saçlı Anahit atıldığı sarnıçtan, üzerine yağan cesetlerin altından çıkıp, bedevi giysili Fehimdar’ın atına atladı. Top dibinde gölgesini bulup üstüne geçiren Dikran, adsız anne, bütün kanı kardeşinin üzerine akan Ara uyandılar. Sonra dağ başının karları eridi, ayaküstü donmuş Nurhan gözlerini açtı. Ve sonra yetmiş bir melek yetmiş bin zincirle bağladıkları güneşi yeryüzüne indirdiler. Hatırlanmaktan korkulan geçmiş, uğultulu bir kalabalık oldu da, kurtlar gibi uluyan bir topluluğun önünü kesti. Göz kapakları kilitlenmiş, dilleri bağlanmıştı onların. Yüzleri yoktu. „Amca bizi niye öldürdün?“ diye soran çocuklara, „Efendi biz ne yaptık size?“ diye sitem eden erkeklere, „Sizi de bizim gibi kadınlar doğurmadı mı?“ diye soran kadınlara cevap veremiyorlardı. Güneş „Cezalarını verin!“ diye kükrüyordu öfkeyle. „Kısasa kısas“ sesleri „Sonsuza dek utanç!“ haykırışları arasında duyulmuyordu.

„Sonsuza dek utanç çok büyük bir ceza değil mi?“ diye sorunca Ümit Bey, „Az bile“ demek geldi içimden ama sustum. „Belki“ diye fısıldadı Ümit Bey, „Evlerimizde küskün ruhlar dolaşıyor olsa bile, sonsuza dek utançtan kurtulmanın bir yolu bulunabilir.“

Kıyamet Günü Yargıçları | Belge Yayınevi | İstanbul 1999 (Almanca: Die Richter des Jüngsten Gerichts | Kitab Verlag | Klagefurt 2007 und 20010